GOODFATHER
Nasıl gerçek hayatta kendi karanlık benliğimizi kabullenmeyip yansıtma yapıyorsak, siyasette de aynısını yapıp düşman üretiyoruz kendimize. Aslında hepsi bir illüzyondan ibaret. İçerde kendimizle yapmamız gereken savaşı yapmadığımız için, dışarda savaşıyoruz. İçerdekiyle hesaplaşmayınca insan, içerdekini dışardaki birine yansıtıp onunla hesaplaşmaya kalkıyor. Ve bu duruma kendince kutsal ve ulvi anlamlar yükleyerek yaptığını meşrulaştırıyor.
İnsanın tüm bunları yapmasında ve meşrulaştırmasında, içerde yatan bazı temel ihtiyaçların da etkisi oluyor. Bir gruba ait olmak gibi mesela. Eğer bunu insan doyasıya yaşayamamışsa, bu uğurda yapacağı şeylerin sınırı yok. Kendine asla yakıştırmayacağı şeyler yapar ve bununla gurur bile duyar. Belki kendini öldürmeye kalkar ve gözleri de açık gitmez. Yaptığı şeyin dehşet içerdiğini asla düşünmez. Yapılan ulvi bir amaç uğruna yapıldığı için aksine değer bile kazanmıştır.
Peki bu girdaptan nasıl çıkılır? Saf sevginin bulunduğu, insanların kendini mükemmel görmediği, gelişmeye ve değişmeye açık olduğu, ve kişinin kendini müstakil bir birey olarak gördüğü bir ortamda yetişmek… Böyle bir ortamda büyüyen insan en çok kendiyle ilgilenir ve en çok kendiyle ilgilenen insan kendindeki eksiği, fazlayı her şeyi gördüğü için başkasını kendine düşman bellemez. İşi kendiyledir. Karşısındaki kusurun benzerinin kendinde de olduğunu bilir. Gördüğü kusur ona kendi kusurunu hatırlatır ve kendine yönelmesini sağlar. Amacı ilerlemek, değişmek ve gelişmek olduğu için yolculuğu kendi üzerinden sürdürür ve her an değişim ve gelişim içinde olduğu için de kendini olduğu hali için yargılamaz. Aksine kabul eder ve sever.
Bu tabloda karşıdaki kişinin de aynı şekilde davrandığını, hayata karşı tavrının aynı olduğunu düşünelim bir an. İşte mutlu son. Zira böyle bir ortamda kişi kendisine hükmedecek, emredecek ve bu sayede bir “yuva” sunacak bir Godfather’a ihtiyaç duymaz.