İNSANIN ANLAM ARAYIŞI
Hayat sorgumda, hayatın anlamına dair kendi çaba ve gözlemlerimde ulaştığım iki önemli şeyi kitapta iki madde olarak görmek beni hem şaşırttı hem de mutlu etti açıkçası. Bunlardan ilki üretmek, ortaya bir ürün koymak. İkincisi, deneyim. Herhangi bir konuda deneyim yaşamak. Biriyle kurulan duygusal bağlar da bu başlıkta ele alınıyor. Üçüncüsü ise, ‘kaçınılmaz’ olan acıda anlam bulmak. İşte bunu bulamamıştım. Hala da tam olarak anlamış değilim.
Gerçekten de bir insanın bu hayatta yetenekli olduğu şeyi bulması ve onun üzerinden ürün çıkarabilmesi kadar güzel bir şey yoktur herhalde. Örneğin yaşadıklarından yola çıkarak çeşitli şarkı sözleri yazıp sonra bu şarkıları bir gün milyonlarla beraber seslendirmek, bunu başaran için paha biçilmez bir şey ve aynı zamanda iyileştirici de. Ya da birinin merak ettiği şeyin peşinden giderek daha önce söylenenlerin dışında, bir adım ilerisinde bir şey söyleyebilmesi harika. Yemek yapmayı bir tutku haline getirmiş bir aşçının ortaya harika yemekler çıkarması, bir yazılımcının sonunda hayal ettiği yazılımı ortaya koyabilmesi, bir öğretmenin tüm kalbi ile hayatına dokunma çabası ile yetiştirdiği öğrencisini ileride güzel şeyler yapan iyi bir insan olarak görmesi, ilerde yapımcı olmak isteyen birinin ilk kısa filmini ortaya koyması, bir psikoloğun tüm bilgisini içtenlikle kitap haline getirip insanların yararına sunması, bir bilim insanının bir hastalığa çare bulması, bir araba tamircisinin aracın sorununu çözmesi, bir iç mimarın zevkle bir proje ortaya koyması, bir mimarın hayalindeki evi yapmaya kalkışması, bir diyetisyenin danışanları için sağlıklı atıştırmalık tarifleri ortaya koyması… Aslında bizi bulunduğumuz noktadan bir adım ileri taşıyacak, bizi bize bir adım daha yaklaştıran, bizi biz yapan her yaratıcı ve bize coşku veren şey. Yeryüzündeki birçok insanın yaşaması gereken bir şey bu. En azından diğer iki yoldan birisi ile anlam bulamamış kişilerin…
Aslında burada meslekten bağımsız bir üretimden bahsediyorum. Kişinin zevkle yaptığı, yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığı, ona iş gibi gelmeyen bir uğraş. Bunun sende ne olduğunu bulamamışsan eğer, çocukken nelerden zevk aldığına bir bakman sana çok önemli ipuçları verecektir.
İkinci olarak deneyim geliyor. Bence bu üçlü içinde en yaygın olan anlam bulma aracı budur. Örneğin tutkulu bir dağcının bir maceraya atılması, kamp sever birinin farklı coğrafya ve iklim şartlarında bu zevkini eyleme dökmesi, motosikletle dünya turuna çıkmak, bebekleri çok seven bir kadının anneliği deneyimlemesi, anlatmayı çok seven birinin kendine anlatacak bir ortam yaratıp ilgili dinleyenlere ilgi duyduğu konuları anlatması, insanın psikolojik konumunu uğraş ve çabasıyla birkaç adım ileriye taşıyabilmesi, hayvansever birinin bu konuda çeşitli projelerde aktif rol alması, kitapsever birinin evinde kendine ait özel bir kitaplık oluşturması, yenileyici tarıma meraklı birinin bu konuda bir proje yapması, teknolojiye meraklı birinin çıkan tüm yeni ürünleri incelemesi, kendiyle vakit geçirmeyi seven bir insanın gecenin bir saati loş ışıkta oturup sakince kendini dinlemesi veya yağmur seven birinin böyle bir günde camın kenarına geçip dünyayı seyrederken düşüncelere dalması gibi.
Ya da duygusal deneyimler… Birini olduğu hali ile sevebilmek, aşkı deneyimlemek, bir annenin bebeği ile kurduğu duygusal bağ, çaresiz bir canlıya şefkatini sunmak, muhabbetle bağlı olduğun arkadaşlarınla hayatı deneyimlemek, doğayı sevmek; onunla uyumlu olmanın önemini fark edip bu uyumu deneyimlemek… Anlamı en çok aradığımız ve en çok kaybolduğumuz yer burası bence. Belki de bu sebeple, en öğreticisi de..
Fakat burada kastedilen duygusal deneyimler mümkün olduğunca egodan bağımsız, çıkar gütmeyen, içinde manipülasyon olmayan deneyimler.
Üçüncü anlam bulma biçimi ise, aslında şu ana kadar tam olarak çözümlenememiş kötülük problemi ile ilgili olan ‘kaçınılmaz olan acılarda’ bir anlam bulmak. Bu konu aslında çok bıçak sırtı bir konu ve insanın deneyimlemediği konularda çok da iyi yorum yapamayacağı ve belki de belli durumlarda yapmaması gereken bir alan. Fakat hayatın bir parçası olan ve konuşulması gereken de bir alan. Bu sayede yeni fikirlere kapı açmış oluruz.
Bu konuda aklıma gelen ilk şey, Hızır-Musa kıssası. Büyük resimde her şeyin bir anlamı olduğu fakat bunu bizim göremiyor oluşumuzla ilgili. Açıkçası, göremediğimiz sürece de başımıza gelen herhangi bir zorlukta bu kıssaya sığınarak tam olarak tatmin olabileceğimizi düşünemiyorum. Çünkü insanız.
Ama yine de bazı yaşananlar aydınlatıcı olabiliyor. Örneğin çocuğu down sendromlu doğan bir insan düşünün. İlk etapta vereceği tepki belki ‘neden ben’ olacaktır. Fakat daha sonra bu durumu deneyimledikçe herkesteki farkındalığı yükseltmek gerektiğini düşünüp hayatını bu konuya adadığını, bu konuda birçok bilinçsiz ebeveyni bilinçlendirdiğini ve toplumda bir farkındalık yarattığını düşünün. Böyle bir insan içinde bulunduğu durumdan bir anlam çıkarabildiği için hayattan farklı bir zevk alacaktır. Böyle bir yaklaşım aslında makul de bir yaklaşımdır. Zira, içinde bulunduğumuz durumu bir şekilde anlamlandırıp daha iyi hissedebiliyorsak, bunu neden yapmayalım? Toplumda ender de olsa bunun örneklerini görürüz. Yatalak birinin bir kitap yazıp hayata bu şekilde katılması, bacaklarını kaybetmiş birinin kendi imkanları ile çeşitli kamp deneyimleri yaşaması, Beethoven’in duyma yetisini kaybetmesine rağmen üretmeyi sürdürmesi, Aşık Veysel’in görmemesine rağmen müziği ile var olabilmesi ya da Stephen Hawking’in yaşamının sonuna kadar çalışmalarını devam ettirmesi gibi.
Fakat maalesef bu gibi durumlar için her zaman tatminkar bir anlam bulabildiğimiz söylenemez. Futbolu çok seven birinin bacaklarını kaybetmesinde, hamile bir kadının eşini bir savaşta kaybetmesinde ya da kanser olan birinin uzun ve acılı bir tedavi sürecine rağmen hayatını kaybetmesinde anlam bulmakta zorlanabiliriz. Belki anlam değil sebep buluruz bazı şeylere. Anlam ya da sebep, fark etmez, yine de aydınlatıcı olacaktır bizim için. Bize bazı cevaplar verecektir. Bu sebeple sorgulamaya ve arayışa devam etmeliyiz diye düşünüyorum.
Peki nerden başlamalı? Öncelikle bu dünya sisteminin değişmezlerini görmek ve kabul etmek gerekir. Ölüm gibi. Daha sonra belki bu tarz deneyimlere sahip olan insanların bakış açılarını, hislerini, çıkarımlarını, önceki süreçlerini, hayata bakışlarını, beklentilerini, ön kabullerini, kayıplarını, duygularını, yoksun duygularını, geçmişten getirdiklerini, gizli inançlarını, yaptıklarını, belki yapmadıklarını, aldığı ve almadığı kararları… Hayatın işleyişine bazen daha yakından bazen de uzaklaşarak bakmak, bize yeni ipuçları verecektir. ‘Büyük resmi görmek’ ile ilgili bir çabadan bahsediyorum aslında ve şu an için hiç kimse bu çabanın beyhude bir çaba olduğunu söyleyemez. Çünkü hayata dair bilmediklerimiz, bildiklerimizden çok daha fazla.
Şunu da unutmamak lazım ki insanlar hangi durumda olursa olsun bir süre sonra o duruma adapte olurlar. Adaptasyonlarını zorlaştıran şey çoğunlukta toplumun onlara yaklaşımıdır. Yaklaşım, bakış, söylem ve hissettirdikleri…
Sonuç olarak kitap bize üç ana başlık sunmuş anlam arayışında: Üretim, tecrübe ve kaçınılmaz acıda anlam bulmak. Ama şunu da unutmamak lazım ki bu başlıklar birbirinden ayrı değil aksine girift başlıklar. Acıdaki tecrübe, üretimin kattığı tecrübe, tecrübenin üretim doğurması ya da acının üretim doğurması gibi. Bu sebeple hayatı bir bütün halinde ele alıp o anlamı da o bütünde aramak gerekir. Sevgiler…
4 Comments
Demet Kişioglu
Yine çok akıcı bir dilde anlatılmış çok güzel bir yazı. Kaleminize sağlık hocam.👏🏻👏🏻👏🏻
Dediğiniz gibi herşey birbirine bağlı. Üretim yaparak kendimize duyduğumuz öz saygımız, bunun deneyimini yaşayıp aldığımız zevk… Veya kötü bir olay yaşayıp acıyı deneyimleyip çıkardığımız ders.. hepsi eşsiz ve sadece bizim kendimize ait özel deneyimlerimiz.🤗
ESMA AKIN
Çok güzel özetlemişsin. Pratiğe de yansıtabilmek umuduyla..
Sümeyye Karaoğlu
Emeğine, yüreğine ve kalemine sağlık canım ❣️ Bende o zaman Frankl ‘dan bir alıntı ile yorumumu bitireyim…”Her kim ki hala yaşıyordur, o halde umutlanmak için bir sebebi vardır.”
ESMA AKIN
Umut hep var olsun 🙂