ÖFKE DANSI
Sadece kadınların öfkesini konu alan bir kitap yazılmış olması bile manidar. Neden bu kadar öfkeliyiz? Erkeklere kıyasla genel anlamda içimizde daha fazla öfke biriktirmemizin sebebi ne? Ve tüm bunlardan nasıl kurtulabiliriz?
Hangi kültürde olursa olsun, kadın çalışma ve dolayısıyla mülk edinme hakkını elde edene kadar, ev işlerinden sorumlu bir varlıktı. Kendi varlığını ancak burada gösterebiliyordu. Ama içinde ortaya koymayı istediği birikmiş bir enerji de vardı. Bunu kullanmadığında kendini sıkışmış ve patlayacakmış gibi hissediyordu. Bunun için ne yaptı? Bu enerjiyi içinde bulunduğu alanda yani evde imkanlar el verdikçe harcamaya çalıştı. Çocuklarıyla ilgilendi, eşiyle ilgilendi, eviyle ilgilendi, varsa bahçesiyle, hayvanlarıyla ilgilendi, evin büyükleriyle ilgilendi… Tüm bunları yaparken bazen başkalarının duygusal sorumluluklarını da aldı. Bazen ara buluculuk yapmaya soyundu. Kendini sorunlu ilişkiler arasına tampon olarak koydu. Peki tüm bunların sonunda ne oldu?
Bu yaptıklarının çoğu aslında kendi yapmak istedikleri değildi. Önünde bulduğu seçeneklerdi. Üstüne bir de kimseden takdir ya da bir teşekkür görmediyse, bir minnet ifadesi beklerken yaptığı hiçbir şey eve para olarak girmediği için tam tersi nankörlük ve küçümsemeyle karşılık bulduysa o öfke kaçınılmaz oluyor.
Ben burada konuyu tek bir açıdan ele aldım. Ama konu bu kadarla sınırlı değil. Kendi benliğini oluşturamamak ve açıkça ortaya koyamamak, duygularını rahatça dile getirememek, sürekli başkaları adına yaşamayı erdem olarak görmek sonunda bir noktada patlamalarına sebep oluyor kadınların.
Burada gerçekten sorumluluğumuz olan şeyle olmayanı ayırmak çok önemli. Dünyaya çocuk getirmeyi tercih ettiysen tabii ki onun sorumluluğunu alman vazifendir. Peki vazifen olmayanlar neler? Ya da tek başına değil destekle yapman gerekenler?
Bunlar her insan için farklılık gösterir. Ayrıca temelde kadınlara odaklanılmış olsa da erkeklerin de neye, neden kronik öfke beslediklerini anlamaya yardımcı olmaya çalışmakta kitap.
Bu konuda da yine diğer ruhsal çözümlemelerde olduğu gibi serim aşaması kolay başlasa da düğüm aşaması oldukça zorlayıcı. İnsan neye neden öfkeli olduğunu fark ettikten sonra pat diye onu değiştiremiyor. Çünkü temelde değişimden kendinin korktuğunu fark ediyor. Bu değişimle gelebilecek olan bazı yıkım, kayıp ve ayrılık ihtimallerini göze alamadığını fark ediyor. Değişim için adım atmaktansa öfke patlamalarının daha kolay, daha güvenli olduğunu düşünüyor.
Asıl iş bu noktadan sonra başlıyor. Küçük adımlarla değişim, karşı tepki ve kışkırtmalara rağmen dirayetli durabilmek ve zaman… Kim olduğunuzdan, ne istediğinizden artık eminseniz ve isteklerinizin sonuçlarına katlanma cesaretiniz de varsa küçük ama kararlı adımlarla hayatınızı kendi istediğiniz yönde değiştirmeye başlayabilirsiniz. Bu yolculuktaki en zorlayıcı engel karşıdan gelen suçlayıcı ifadeler. Kendinizi suçlu ya da bencil hissederek değişimden vazgeçme ihtimaliniz var. Bu noktada yine ne benim sorumluluğum ne değil, bundan emin olun. Bu, işinizi kolaylaştıracaktır. İnsan kendi olabildikçe, kendi özgürlüğünü yaşayabildikçe, kendisi için de yaşayabildikçe içindeki öfke kaybolup gider.
Burada sosyolojik bir tespitten de bahsetmek istiyorum. Kadının toplumda gerçekten birey olarak kabul görmesi, maalesef çalışma hayatına girmesi ve mülk edinme hakkına sahip olmasıyla başlıyor. Hangi kültürden olursa olsun bundan önceki konumu belli. Burada kadının geleneksel sorumluluklarını küçümsüyor değilim. Fakat getirdiği sınırlılıklar da ortada. Sırf bu yüzden çalışma hayatına geçişiyle diğer her şeyi geri plana atıp tüm gücünü iş hayatında göstermeye çalışıp yıpranan kadınlar da oldu. Bir nevi intikam hırsıydı bu ve geldikleri nokta yine mutlu olmalarını sağlamadı. Çünkü temeldeki ihtiyaç bu da değil. Herkesin kendi değer algılarına uygun şekilde belli bir özgürlük düzeyinde kendi olarak var olabilmesi temel ihtiyaç. Bunun için de kişi önce kendini tanıyacak, kendi değer yargılarını fark edecek ve devamında hayattan ne istediğini saptayacak. Bu noktadan sonra da bu değişimi ona yine kendisi getirecek. Şunu da kabul etmeliyiz ki kendimiz dışında hiç kimseyi değiştiremeyiz ve kendimiz dışında bu değişimi bize kimse getiremez. Yanımızdaki insanlar değişimimizi desteklemeyi seçebilir. Bu iyi olur. Ama seçmeye de bilir.
Kitapta erkeklerin ilişkide yaşanılan duygusal sorunları genellikle daha kolay atlatmalarının sebebinin böyle durumlarda ‘biz’ yerine ben’i öncelemeleri ve bu sayede konudan uzaklaşabilmeleri olduğunu söylüyor. Kadınlarsa ‘ben’ yerine biz’i öncelemeyi böyle anlarda bile kutsal kabul ettikleri için konuya saplanıp kalıyorlar. Çünkü yüzyıllar boyunca kadına ilişki içinden kendi benliğini eritmesi bir erdem olarak öğretilmiş. Bundan da sağlıklı ölçüde kurtulmamız gerekiyor. Biz’in nerede bitip ben’in nerede başlaması gerektiğini ayırt edebilmemiz gerekiyor.
Öfke çok geniş bir duygu olduğu için altında yatan birbirinden farklı birçok sebep olabilir. Kitap benim onu ele aldığımdan daha farklı ve geniş bir şekilde ele alınmış. Zihnimizin aydınlanmasını sağlayacak birçok tespiti ve günlük hayatta uygulayabileceğimiz pratik ve faydalı birçok önerisi var. Bu konuda derdi olan herkesin okumasını temenni ederim.
Burada şunu da eklemek gerek ki burada kadınların sıkıntılarından bahsederken yıllarca savaş meydanlarında kalmış, ölümle sürekli burun buruna, tehlike anında gözden çıkarılacaklar listesinde ilk sırada olan erkeklerin de bu günlere pamuklara sarılı şekilde geldiklerini ima etmiyorum. Hatta onların da bu geçmiş yaşantılarının, tolumun onlara yüklediği sorumlulukların, onlardan beklenenlerin bu güne yansımalarının nasıl olduğunun araştırılmasının çok faydalı çıktıları olacağını düşünüyorum.