
DEĞİŞMEYENLERİN DRAMI
Hayat akıp giden bir dönüşümler yumağı. Bu dönüşüme ayak uyduramayanların vay haline. İnsan hayatının ilk zamanları sabit ve köklenmiş hissetme ihtiyacı duyup birçok şeye sarılabiliyor, birçok şeyi benimsiyor ve bu gerekli de zaten. Çünkü geldiğimiz bu koca boşlukta nerede olduğumuzu, başlangıç noktamızın ne olduğunu bilmeye ihtiyacımız var. Fakat insan hep bu başlangıç noktasında kaldığında günbegün dünyaya yabancılaşıyor. Her gün her şey değişiyor. İnsanlar, fikirler, durumlar, beklentiler ve ihtiyaçlar. Fakat kişi aynı yerde kaldığı için zamanla hayata ayak uyduramamaya başlıyor. İnsanlarla anlaşamaz oluyor. Onları anlayamaz ve anlaşılamaz oluyor. Bu yüzden öfkeleniyor ve aksileşiyor.
Hayatın içinden geçememek diyorum ben buna. Hayatın içinden geçebilen insan ömründen geçen her yıl törpülene törpülene yeni bir şekil alıyor. Kendi varoluşunu da kaybetmeden… Hatta belki varoluşunu bu yontulmalarla buluyor da diyebiliriz. Bu yontulmalarla bilgeleşiyor. Yaş almayı değerli kılan şey de bu zaten. Yoksa takvimlerin yuvarlanıp gitmesi değil.
İnsan bu dünyaya oluş için geliyor. Bu sebeple o tutunduğumuz ve köklenmemizi sağlayan, aidiyet hissettiren şeyleri yeri geldiğinde yavaş yavaş revize etmemiz ve işlevsel hale getirmemiz şart. Dinamik şekilde ve gerçekten yaşamak budur. Bunu başaramayanlar Dücane Cündioğlu’nun deyimiyle “ekşiyerek yaşlanıyorlar.” Bilgeleşemeden agresifleşiyorlar. Bunun tek sebebi hayatı okuyarak form değiştirememeleri. Ve bu saplanmışlık en çok da bu kişiler için dram. Sebebini bilmedikleri bir dram.
